Diksiyon Klinik

Konuşma Üzerine

Spiker Olma Hayali

“Hayal” sözcüğünün anlamına baktığınızda; Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, imge, hülya… tanımı ile karşılaşırsınız. Hedefleriniz olmalı, yapmak istediğiniz işi elde etmek için hırsınız olmalı elbette. Beni eğitim için arayanların %80’i “Spiker olmak istiyorum” diyor; “Diksiyon eğitimini almalısınız, ses renginiz mikrofon için uygunsa spiker, sunucu olabilmeniz için eğitim alabilirsiniz” diyorum. Kısa bir sessizlik oluyor; “Yani herkes olamaz mı?  Sadece profesyonel konuşmacılar değil, sokaktaki herkesin -ne iş yaparsa yapsın, hangi sektörde ve hangi seviyede olursa olsun- konuşma eğitimine gereksinimi vardır. İş ilanlarını incelerseniz “diksiyonu düzgün” ibaresini çoğunlukla görürsünüz. Çünkü çalışan arayanlar iletişim hattında konuşmanın ne kadar önemli olduğunu bilirler; çok azı anlamını bilmeden yazmıştır bu şartı…  Hayal etmek başarmanın belki de ilk adımıdır, hepimiz çok yüksek hedefler koymaya korksak da içimizde o hayalleri taşırız. Ekrana çıkmak da çoğu insanın hayalini süsler. Öğrencilerimin büyük bölümünün bu isteğini yerine getirmek için elimden geleni yapmışımdır; bazıları başardı. Ses rengini değiştirmek olanaksız elbette ama, sesi daha duyulur ve doğru kullanılır hale getirmek, enerjisini yükseltmek olanaklı. Yani kendini daha iyi ifade etmek, daha “güzel” konuşmak, dolayısı ile ne iş yaparsanız yapın, konuştuğunuzda çevrenizdeki insanların sizi fark etmesini sağlamak çok kolay.   Sözün özü; etkili iletişim için etkili konuşma, etkili konuşma için konuşma eğitimi; spikerlik, sunuculuk sonraki adım…

13 Davranış İçin Analiz

1.    Emir vermek 2.    Tehdit etmek 3.    Uyarmak 4.    Konuyu saptırmak 5.    İsim takmak  6.    Sınamak 7.    Sürekli öğüt vermek  8.    Eleştirmek 9.    Olumsuz yargılamak  10. Nutuk çekmek 11. Suçlamak  12. Alay etmek    Bu 12 maddeden ne anladınız? Hemen açıklamaya çalışayım; dikkat ettiyseniz bunların her biri ayrı ayrı sevimsiz ve birçok kişinin sıkça karşılaştığında tepki gösterebileceği davranışlar. Yani komşunuz, arkadaşınız, sevgiliniz; hatta hiç tanımadığınız biri size bu oklardan birini fırlatmayı alışkanlık haline getirmişse tepki verirsiniz; benzer bir tavır gösterir, sert bir karşılık verebilirsiniz, ya da çok sabırlıysanız ikinciyi bekler sonra saldırırsınız. Eğer bir tedavi uzmanı/danışman iseniz ya da karşınızdaki kişiye duygudaşlık yapıp, yanlış gönderisini sabırla ona açıklamayı seçseniz de  –bu tutumunu sürdürürse- son çare benzer bir karşılık verirsiniz. Yani hepsinin bir sınırı vardır; eğer sürdürmeye kararlıysa bir psikolog bile olsanız “değiştiremiyorum” sonucuna varır, pes edersiniz. Bu anlattığım aslında çok insanca bir tepkidir. Aslında bilincinizin kendini koruma güdüsü gibi bir şey. Doktor, öğretmen gibi meslek guruplarında çok daha sabırlı olmak gerekli elbette; daha sabırlı olmak, daha bilimsel davranmak yani. İtiraf etmeliyiz ki, günlük yaşamında çok fazla insanla iletişim kurmak zorunda olanlar, bir o kadar da bireysel özellikle baş etmek zorunda kalırlar. Öfke, kaygı, baskı gibi duyguların yükseldiği anlarınız vardır; tepkileriniz elinizde olamadan aşırı olabilir. Yönetebilmek için kendinize zaman tanımadan, üzerinde fazla düşünmeden anlık tepkiler verebilirsiniz. Söylemeye çalıştığımız; bu anlık tepkiler değil, yukarıdaki 12 maddeyi yaşam biçimi haline getirenlerdir. Bu tepkileri tek tek değerlendirmek gerekirse; sonuçta birbirine çok yakın davranışlar olduğu sonucuna varırsınız. Örneğin sürekli etrafına emir yağdırmak davranışı (bkz: narsisizm) içinde olanların; tehdit etme, nutuk çekme, yargılama eğilimi de vardır. Karşısındakini doğrudan veya dolaylı sınama alışkanlığı olanlar; eleştirmek, suçlamak ve hatta alay etmekten de hoşlanırlar. Konuyu saptırmak isteyenler sinirinizi bozar. Aslında bu davranışların her biri sinir bozucu… Ben bir uzman değilim; sadece “iletişim” başlığı altındaki bazı maddelerden söz ediyorum; yani sözü getireceğim alan; iletişim. Bu başlıklar iletişimi bozan, etkisiz kılan maddeler. Bunu iletişimciler söylüyor; “İletişimde Yapılan Hatalar” başlığı ile. İsterseniz başa dönüp, maddeleri bir daha ve yüksek sesle okuyun. Neden mi? Çünkü iletişimcilerin bu tezini çürüten bir sonuç var aklımda; yukarıdaki her bir özelliği düşünerek politikacıların konuşmalarını, çeşitli konulardaki açıklamalarını dinleyin… Hani iletişim hatasıydı bunlar? Eğer siyasetçiler bu iletişim hatalarını sürekli yapıyorlarsa  -ki yapıyorlar- nasıl oluyor da kitleleri peşinden sürükleyebiliyor? Bu bir yetenek değil mi?

Dinlemek

“İletişimde önemli parçalardan biridir dinlemek. Dinlemeyi bilmiyorsanız, kendinizi anlatmak için de yolu bulamazsınız. Karşı taraf kimdir ve neyi anlatmayı deniyor? Onun hakkında ve anlatmaya çalıştığı şeyler hakkında ne biliyorsunuz? İletişim başlığı altında “Dinlemek” konusuna bakarsanız, buna benzer bir giriş karşılar sizi. İletişimsizliğin en önemli unsurlarından biridir “Dinlemek” Günlük yaşamımızda pek dikkate almadığımız, oysa karşı tarafın cesaretini, size ulaşma isteğini kıran; belki de daha kötüsü iletişimi koparma kararına varmasıyla sonuçlanabilecek bir durum. “Sen” dilini kullanmak, yargılayıcı üslup kullanmak, duygudaşlık yapmamak, önyargılı olmak… Bunların hepsi olumsuz, duyarsız kişiliği simgeler ve bu tiplemenin özelliğidir “Dinlememek”  ve alışkanlık yapar; galatlaşır bu iletişim biçimi. İnsanlar birbirini dinlemez olur kısa süre sonra; biri Çince, diğeri Portekizce konuşarak tartışan iki insan düşünün… Durmadan ve boşa konuşmak da çok tehlikelidir. Elimizdeki her şeyi savururuz ve elimizde hiçbir şey kalmaz. Bu sırada muhtemelen karşı taraf çoktan dinlemeyi kesti, savurduklarımız da boşa gitti. Diyeceksiniz ki; İtalyanca bilmesek de bir arya dinleyebiliriz keyifle. Evet dinleriz çünkü orada ortak dil var; müzik. Farklı kulaklar bu anlaşma yoluna birlikte çıkarlar. Yani sorun biraz da ortaklaşabilecek bir dil bulmakla çözülebiliyor. Çocukları izleyin; birbirlerini hiç tanımasalar bile birkaç dakikada ortak bir tahta oyuncakla kırk yıllık arkadaş gibi olurlar. Aklıma hemen siyasetçiler geliyor nedense; dinlememek mi, duymak istediği gibi algılamak mı, yoksa aptala yatmak mı; hiç fark etmez. Sonuç daima olumsuzlukları cebinde taşır. Halk aldırmaz, uzaktan bakar; tuttuğu takımın ne düşündüğü önemlidir. Sinemaya gider, yeni bir kitaba dalar, küçük bir tatil yapar; gelecek ay kirayı da çözdü mü tamamdır. Ta ki bir olumsuzluk onun da hayatını etkileyinceye kadar. Tanıdık geldi mi? Yaşı 40 ve üstü olanlar, böyle iletişimsizlikleri ve sonuçlarını kaç kez yaşadılar?

Kendini Geliştir; sihirli 13

1. Gözlemci ve araştırmacı ol; bir bisikletin nasıl çalıştığı önemlidir; ama asıl o mekanik düzenin hangi mantıkla dizilmiş olduğudur. Yaşadığın kentte, sokakta ilgini, tepkini çeken neler varsa araştır. 2. Kitap oku; kitap kağıt kokusunu alarak okunur; bilgisayar vb. üzerinden okuma, kitabın aslından alacağın hazzı vermez. 3. Aktüel bilgi edin; Siyaset ilgini çekmese de Dünya ve bölge sorunları hakkında bilgiler edin, gazete oku, izle. 4. Zamanını verimli kullan; uyku/yemek dışında kalan süre yaklaşık 13 saat; akıllı telefon vb. araçlara günde toplam 2 saatten fazla ayırma; o da gerekli ise. Yapılacak işlerini erteleme; hayatı ıskalarsın. Sürekli durarak da koşarak da yaşayamazsın. Sakın işlerini erteleme 5. Sosyal medyayı iyi ve verimli kullan; Profesyonel kullanıcılar kimin nerede hangi resmi çektirdiği ile ilgilenmezler; senin ilgi alanlarındaki gezinmelerine bakarlar. Facebook, twitter, instagram vb. bütün paylaşımlarında “beğen” saçmalığını kullanma; değecekse yorum yap, yorumların ortaokul öğrencisi gibi olmasın. Linkedin gibi ortamlar daha ciddidir; elbette sen ciddiye alıyorsan. 6. Yüz yüze iletişim kur; Sosyal medya iletişimi mekanikleştirir; gözlerine bakmadığın insanla gerçek iletişim kuramazsın; ancak tahmin edersin. 7. Beden Dili öğren; İlle de eğitimini almana gerek yok. Beden dili senin doğal parçandır; kolların, ellerin, mimiklerin doğal yardımcıların; iyi konuşmacıları izle. 8. Aynaya bak; kendini eleştir ve değiştir, her değişiklik enerjini yükseltir. 9. İmajını düzgün tut; görünüşün her zaman senden önde gider. İçinde kendini rahat hissettiğin ama dışarıda yadırganmayacak giysiler tercih et. Duruşun öz güvenini, imajın kartvizitini simgeler. 10. Özgeçmiş hazırla; her an bir iş görüşmesi talep edecekmiş gibi, seni yansıtan, sana ait bilgileri taşıyan profesyonel bir özgeçmiş hep elinin altında olmalı. Ve onu güncellemeyi unutma. 11. Yazı dilini iyi kavra; yazdıkların ciddiye alınsın. Konuşma dilinde yazılmaz; bilmediğin konuda hiç konuşulmaz. 12. Konuşmayı öğren; konuşma güzel şeyleri senin ağına çeker. Sıradan değil ama doğal ve kurallı konuşma birçok kapıyı açabilir; saygınlığını artırır. Söz dağarcığını artıracak yollardan biri sözlük okumaktır. 13. Dışarıdan eğitim desteği al; özellikle Kişisel Gelişim Eğitimleri. Kendini geliştirmenin yanında, özgeçmiş için önemli maddelerdir. İlgin olmadığını düşündüğün çok farklı konulardaki eğitimler bile önemli. Abartma ama bir “Sertifika Avcısı” ol. SONUÇ: Bu 13 öneri, yaşamın içinde küçük zaman dilimlerinde uygulayabileceğin maddeler; “Zamanım yok” bahanesine sığınma.

Konuşuyorum, Öyleyse Var mıyım?

Başka bir ülkede yaşıyor olmak, Türkçeyi konuşamamak sonucunu doğrulamaz; olsa olsa “evde Türkçe konuşmuyoruz, çünkü yaşadığımız ülkenin dili bizim için daha önemli” savunmasının çocuklara yansımasıdır. Haksız mı bu insanlar? İş bulmak zorunda, eğitim almak zorunda, doğru iletişim kurmak zorunda; yani kendini doğru ifade etmek zorunda… Evet haklı. Yani kimlik mi, aş mı? Sorusuna doğru cevabı bulmak zorunda. Ülkemize gelen yabancılar var, yani yerleşik olarak gelenler, yaşamının geri kalanını burada Türkiye’de geçirmek isteyenler. Hiçbiri dilinden vazgeçmiyor. Yaşamayı seçtiği yerde; örneğin Alanya’da sokaktaki çocuk bile onun dilini konuşabildiği için mi? Bizler dilini anlamamayı eziklik sayıp, utandığımız için mi? İş aş kaygısı taşımadığından mı? Bu soruların hepsine “evet” diyebilirsiniz. Çünkü ucundan kıyısından doğruluk payları vardır. Peki durum bizim için “entegre olma” kaygısı ise ne yapmalıyız? Konuştuğum bir Alman bana, “Türkler Almanca öğrenmemek için direniyor” demişti. Ben de ona, “Sayıları binlerle ifade edilen ve burada olmaya karar vermiş insanlardan söz ediyorsunuz; siz neden Türkçe öğrenmiyorsunuz? Demiştim. Onun yaklaşımı radikal, benimki de başkaldırıydı. Yani ikisi de günlerce tartışılabilecek yaklaşımlar. Şimdilerde hepsi gerçekleşiyor. Başa dönmezsek bu konu uzadıkça uzayacak. Dilimiz, yabancı sözcüklere beslenerek obezleşiyor. Yani zenginleşmiyor, yok oluyor. Yani Türkiye’de böyle. O zaman önce kendimizi toparlamaya kendi ülkemizden başlamamız lâzım. Türkçeyi lâyıkıyla öğrenmiş ve hatasız konuşanlara sonsuz saygım var; hele ki başka bir ülkede ise. Sadece fonetik ve diksiyon açısından eksikleri olabilir onların da; yani sürekli bir başka dilin etkisi altında olmaktan kaynaklanan “vurgu” farkları gibi. Çok kısa ve basit bir eğitimdir onun da ilâcı. Önce antibiyotik ve sonrasında da biraz vitamin almak gibi… Sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin katkısı ve tabi ki insanların istemesi ile… Türkçeye ve dili konuşmanın inceliklerine âşık olduğumdan mıdır, yoksa aynı zamanda eğitimini verdiğimden midir; bilmiyorum. Tek bildiğim, kendini doğru ifade edebilen insanlara olan hayranlığımdır. Sevgiyle

2000’li yılların başında Lyon sokaklarında dolaşırken; bir yandan korunmuş ve estetik olarak saklanmış, abartmadan süslenmiş kenti, diğer yandan da kent sokaklarında, ayrıştırılmış mahallerinde yaşayan göçmenlerin kendi hayatlarını izlemiştim. Ne gariptir ki, Lyon sakinleri yavaş yavaş kendi parçaları haline gelen bu insanları benimsemiş mi yoksa çaresizlikten mi kabullenmiş pek anlaşılmıyor. Radikal ‘ret’ çiler dışında dile getiren yok.  Daha çok ilgilendiğim şey konuştukları dil oldu. Fransızlar akıcı dillerini asla İngilizceye kaptırmama uğraşı içindeler; İngilizce sorunuza Fransızca cevap veriyorlar. Ama Türkçe sorarsanız etraflarına bakınıyorlar; bir Türk var mı oralarda diye… Çoğunlukla da buluyorsunuz.  Türkler -iş bulabilmek için- öğrenmişler Fransızcayı. Çalışmak ya da okula gitmek zorunda olmayanlarla tanıştım; tek bir sözcük öğrenmemişler. Düşünsenize 5, 10, hatta daha fazla bir süredir yabancı bir ülkede yaşıyorsunuz ve o ülkenin dilinde tek kelime bilmiyorsunuz… Gençler grubu ayrı bir sosyolojik tez konusu; yarı Fransızca, az İngilizce ve argosu Türkçe bir dil oluşmuş aralarında. Rap müziğin beden dilini, siyahi yabancıların imajını da ekleyin; işte yeni Franko-Türk nesil. Bunlar benim sokak ve kısa görüşmelerdeki gözlemlerim. Gündemimizdeki güneyden kuzeye ve doğudan batıya göç hareketlerinin sonrasında bu görüntü biraz daha farklılaşacak gibi görünüyor. Hangi dil konuşulacak, işte bu sorunun cevabı zor.

Konuşmak isteyip, konuşamayanlar…Konuştuğunu düşünüp “Neden anlatamıyorum? diyenler…Çevremizde ya da yanı başımızda olsa da fark etmediğimiz insanlar… Eğer konuşamıyorsanız, aşağıdakilerden hangisi olduğunuzu düşünüyorsunuz? SUSKUNLAR; Konuşmayıp, konuşmayı gereksiz bulanlar.ANLAŞILMAYANLAR; Kapalı ağızla, anlaşılmaz sesle konuşanlar.LÂFI DOLAŞTIRANLAR; Gereksiz sözcüklerle boğup, geveleyenler.“İYİ” KONUŞTUĞUNU DÜŞÜNENLER; Yalan yanlış bilgi ve yabancı sözcüklerle, yapay sesle konuşanlar. “KONUŞAMAM” DİYENLER; Tembel veya utangaçlar.  Yukarıdakilerden biri olsanız bile eğitim sizi “Konuşabilen” birey yapabilir…

Kendini Doğru İfade Et

Konuşmanın Basit Gizemi Hayatı basitleştirmek için hiç çaba göstermeyenlerin, kendilerini anlatmaları da zordur. Ne düşünürseniz düşünün, malzemeniz kadar üretebilirsiniz. Kendinizi başkalarına anlatamıyorsanız, onların sizi anlamak için çaba göstermesini bekleyemezsiniz; herkesin kendi için uğraşları ve hayatları var. Basitleştirmek derken, sade ve yeterli olan, basit ilkelere dayalı iletişimden söz ediyoruz. Uzun cümleler kurarak karşı tarafı sıkmamak, herkes için çok değerli olan zamanı boşa harcamamak çok önemli.  “Kendimizi Doğru İfade Etmek” için nelere gereksinim duyarız? Öncelikle bilinmesi gereken şudur: Her birey konuşma yetisine sahiptir. Fizyolojik bir eksiklik yoksa her ses kullanmayı öğrenmek şartıyla yeterlidir. Soluk eğitimi almalıyız; gücü sağlayan soluktur çünkü. Diyaframın gücü, konuşmanın gücünü besler. Sonraki adım sesi doğru yerde kullanmayı öğrenmektir. Konuştuğumuz dilin seslerini nasıl çıkartabileceğimizi, boğumlamaları nasıl doğru yapabileceğimizi öğrenince, geriye kalan estetik çalışmadır. Her dilin bir müziği vardır ve Türkçenin müziği de dünya dilleri arasında müzikalitesi güzel bir dil olarak kabul edilmektedir. Duyguların ifadesidir konuşma; sevginin aktarılması, kaygının ifadesidir. Gerektiği kadar sözcüğü, doyurulmuş güçle kullanabilmek. Beden dilinizi o müziğin kollarına bırakmak; yani özgürce ve özgüvenle dans edebilmek. Eğitimi ise, günlük yaşamımızın kısa bir dilimini buna ayırmakla olanaklıdır. Nedim ATAK

Nasıl Görünüyorum, Ne Anlatıyorum?

Toplum içinde nasıl göründüğümüzü her zaman düşünürüz; evden çıkarken göz attığımız boy aynası, sokakta insanların yüzünde aradığımız “nasılım” kuruntusu, birinin; “gömleğin güzelmiş” demesinin tüm günümüze yansıması… Sadece konuşarak kendimizi ifade edemeyiz. Beden dilinin ve imajımızın, iletişimin önemli parçaları olduğunu unutmamalıyız. BEDEN DİLİ Konuşmak kadar bedenin verdiği mesajlar da önemlidir. Ancak beden dili şemalarla anlatılamayacak kadar detay içeren ve her duruş veya jestin/mimiğin bir anlamının olmadığı karmaşık bir konudur. Çeşitli kaynaklarda anlatıldığı gibi; oturuşun, ayak ve el hareketlerinin, bakışların elbette içerdiği anlamlar olabilir. Ancak kollarını kavuşturmak “üşüyor olmak” gibi doğal bir hareket de olabilir. “Kendini kapatıyor” veya “Öz güveni eksik” gibi bir anlam taşımayabilir. Beden Dili Uzmanları, bireylerin genel oturuş, tepki vb. davranışlarından veya duruşlarından elbette bazı anlamlar çıkartabilirler; doğru olan ise o bireyi detaylı incelemektir. Kendinizi ifade ederken, beden diliniz kadar; konuşmanızdaki tonlamalar/ses kullanımı, mimikleriniz, duruşunuz ve bütün olarak sizi yansıtan biçimsel ve duygusal imajınızdır. Sayılan tüm bu parçalar belli bir sıralamayla irdelenemez; hepsi iç içedir.                                                                                                                   DURUŞ                                                           Kendine güvenen bir bireyin duruşu da o öz güveni yansıtır. Ağırlık merkezinin/duruş ekseninin; dik olması, çökmemiş bir bedenin ayakta veya oturur pozisyonunu yansıtması gerekir. Buradaki güven kavramı, karşı tarafa yansıtılan sağlam duruşun, size geri dönüşü ile sizi daha çok beslemesi ile güçlenen bir ifadedir. AÇIK OLMA                                                     Beden dilinde en çok dikkat edilen unsurlardan biridir. Hem duruşta ve hem de konuşmanın beslediği açıklığı karşı tarafa yansıtmak, dürüst ve kendinden emin olma olarak açıklanabilir. “Ben rahatım ve kendime güveniyorum” tavrını –doğal- yansıtmak, bedensel olarak kendini kapatmamak/kilitlememek.                            DOĞALLIK                                                       Ne iseniz onu yansıtmak; -mış gibi görünmemek yani farklı görünmeye çalışmamak/kendine farklı bir tavır yüklememek gerekir. Size ait olmayan bir duruş bir süre sonra üzerinizden sıyrılıp düşer ve açığa çıkarsınız. Sonuç olarak, biliyorum, konuşuyorum, kendime güveniyorum ve duruşum da bunu yansıtıyor. Peki ya dış görünüşünüz ve karşı tarafın size not vermesinde beden dilinizi destekleyen nedir? İMAJ                                                             İmaj, sadece giyilen ceket, takılan gözlük veya küpe ya da lüks otomobil değildir. Bir resim sunarsınız ve onu beslersiniz. Bunu beden dilinizle, konuşmanızla tamamlarsınız.                                                                İLK ETKİ:  Görürsünüz ve bu fotoğraf size bazı fikirler verir; pasaklı, yakışıklı, güzel, ukala vb. daha sonraki dakikalarda bunları besleyen veya tersine çeviren başka eklemeler yaparsınız. Bu karşı tarafın size aktardığı ilk resimdir. Gerçek olmayabilir!                                                                                         ETİKET:   İlk karşılaşma sonrasında iletişimin bedensel ve sözlü ilerleyişinde, gerçek kumaş ortaya çıkmaya başlar. Başlangıçtaki ilk etki resminde düzeltmeleri yaparsınız. Ortaya çıkan etiket gerçeğe yakındır. Bu konunun uzmanı olmanız gerekmez; doğru bakışla ve biraz bilgi ile etiket ortaya çıkar.   KARAR:                                                            Artık imaj tüm olumlu olumsuz yanları ile ortaya çıkmıştır. Detaylar bilindikçe iletişimin sürmesi ya da kesilmesi kararı verilebilir.

İnsanın kendini anlatmak için uzun cümleler kurması ya da özgeçmiş sunması genellikle gereksizdir. Çünkü karşısındaki kişi için imajı, ya da bu yazılı bir iletişim yolu ile yapılıyorsa kullandığı dil; kimliği ele verir, kararlarda etkili olur. Özgeçmiş sadece bir detaydır. İlk etki, yani sizi gören kişinin sizi nasıl etiketlediği önemlidir. Bina o ilk etiket üzerinde kurulur ve sadece küçük düzeltmeler yapma şansınız vardır. Bu imaj dediğimiz şeyin parçaları sadece saçın rengi, çanta-ayakkabı uyumu, oturuş şekli ya da kravat olarak sunulur birçok belgede. Bu parçaları oluşturmak zor değil; yani biraz uğraşarak, ilgili birkaç yazıyı okuyarak kalıbınızı belirlersiniz. Ya içindeki? Yani birkaç kelime konuşmak gerektiğinde?  Her dilin belirli kalıpları, kuralları vardır. Hani şu okulda öğretilen ve kitaplarda bulunabilecek temel yapılar. Ama her dilin ayrıca bir müziği vardır. Hatasız konuşmak sadece kuralları teknik olarak doğru uygulamakla mümkün olabilseydi, doğru iletişimde hiç sıkıntı yaşamazdık. Bir de işin etkili iletişim tarafı var ve ne yazık ki bu sadece kitaplarla ve okul eğitimiyle çözülemiyor. Devam edecek…