Diksiyon Klinik

Ay: Ağustos 2017

Fotoğraf

Kaymakam ahaliyi meydana toplayıp, yıkılmasına karar verilen mahalleleri saydı ve herkese yeni evler yapılacağını söyledi, sonra da koca iş makineleri vilayet yolundan gürültüyle gelip, işgal kuvvetleri gibi kasabanın mezarlık tarafındaki arsaya dizildiler. Haftasına kalmadı bir dizi ev dümdüz ediliverdi. Birilerinin para kazanmak için bunu tezgâhladığı söylentileri ile özellikle yıkılacağı söylenen bölgede oturanlar ayaklanmış ve vilayet yolu tarafına barikatlar kurmuşlardı. Komşu şehirlerden hatta başkentten bile gelenler olduğu söyleniyordu. Sonra jandarma geldi, onlar da barikatların karşısına yerleştiler. Oldukça kalabalık bir grup, bando takımıyla barikatların arkasında oyun havaları, türküler çalıp söylemeye başladılar. Kaymakam birkaç kez aralarına girip ikna etmeye çalıştıysa da başaramadı; hatta biraz da itiş kakış yaşandı. Ön saflarda; üzerinde “Ranta hayır” “Evimiz namusumuzdur” yazan beyaz gömlekleriyle bağdaş kurmuş -bazıları da kasaba dışından- adam ve kadınlar, o halaylar için bile yerinden kalkmıyor, ihtiyaç gidermeye veya yemeğe nöbetleşe gidiyorlardı. Kolluk kuvvetlerinin hemen arkasında yerleşen bir başka grup da; “İl olmak istiyoruz” “Hainler evinize dönün” “Yaşa Başbakanım; Büyüt bizi” sloganları ve pankartları taşıyordu. Yakın mahallelerin kadınları ve çocuklarıysa, her iki grubu da karşıdan gören bayıra dizilmiş, geç saatlere kadar çekirdek yiyerek bu yeni eğlenceyi izliyorlardı; yazlık sinemanın işleri bile bozulmuştu.  Deli Hasan iki grubun arasından kollarını havaya açarak ve çığlıklar atarak koştu, herkes sustu, jandarma komutanı şaşkın baktı. Her iki tarafta gülüşmeler oldu, seyirciler çekirdek çitlemeye devam etti. Bu bir kurgu; ama hiç yabancı gelmedi değil mi? Kentlerin siluetleri, kentlerin, insanlarının, kültürünün kimliğidir. Çok değil; 50’li yılların İstanbul’una, İzmir’ine, Diyarbakır’ına ait fotoğraflara bakarsanız özgün yapıları, taş yolları, tarihin eski çağlarından kalmış duvarları, binaları görürsünüz. Zaman zaman “40’lı Yıllarda İzmir” gibi başlıklarla sergiler açılır, insanlar hayranlıkla izler, kentin o zamanki görüntülerinden, Şu hangi cadde? Bu hangi meydan? Oyununu oynarlar. Sonra unutulur o görüntüler; üzerine siyah asfalt dökülmüş taş sokaklarda arabalarına park yeri arayıp, yıkılmış bir konağın arsasına yapılmış düz ve soğuk beton apartmanlarında geceye çekilirler. Sokağın alt başından bir kamyonetin arkasında davulunu çalarak hızlıca dolaşan Ramazan davulcusu “Uyanın” der; hatta hoparlöründen “Davul Kaydı”nı dinletir… Şimdi 20’li yaşlarında olanlar için bildikleri siluet 2000’li yılların başı. 2030 yılında bu fotoğraf bile kalmayacak.  Rant kurbanı demek yeterli değil kentler için; biraz da kimlik değiştirme gayreti var sanki. Geçmişe dair izleri, isimleri, tarihi unutturalım; genç olanlara daha kolay yutturulabilir, yaşamış olanlar da zamanını doldurup gider nasıl olsa. Yani yeni görünüm, kültürel kimliği ve geçmişi unutturabilmek için -başlangıç da olsa- bir adım. Zaman örter sonrasını. Birkaç eski mahalleyi “Restore” edip yutturmaya çalışmak yetmiyor olsa da. Avrupa kentlerinin çoğunda bugün, 30’lu yıllara ait bir film çekebilirsiniz; hatta daha öncesine. Binalar, meydanlar ve yerdeki taşlar aynen duruyor çünkü. Sokağı boşaltın yeter. Yeni binalar, yerleşim alanları bu kentlerin dışında yükseliyor; yani yer altı trenine 1930’da biniyor, 5 istasyon sonra 2017’de iniyorsunuz. Cami avlusunda toplanmış güvercinler telaşla havalandı. Deli Hasan, avlu kapısından içeri doğru koşunca namaza hazırlanan birkaç kişi de toparlanıp telaşla camiye daldı.  Hasan ortalıkta kimse kalmayınca, komutan edasıyla elleri belinde “Dağılın kâfirler” diye haykırdı ve hızlı adımlarla cami avlusunu terk etti. Yirmi katlı blokların kaba inşaatı devasa gölgeleriyle yükseliyordu; çevik bir hareketle şantiye tellerine tırmanıp, hayran hayran seyre daldı.

Havuz Problemi

Küçük, eli yüzü kir içinde, kocaman kara gözlü bir kız çocuğu arabanın camını tıkırdattı ışıkta beklerken. Tanrı vergisi sürmeli gözlü Ortadoğulu bir kız. Çaresiz ve yorgun bir küçük işçi gibi, avucunu açıp uzattı. Işık yanıp, arabaların hareketiyle de kendini havuzlu kaldırıma attı; bizim dilenen çocuklarla rekabette.Kim getirdi seni 1000 km uzaktan Ankara’ya, İzmir’e, Çanakkale’ye küçük kız? Ne yer, ne içersin; okula gider misin, gece nerede uyursun? Kim verir ilâcını, şekerini?                                                                                                   Hiç oyuncağın oldu mu? Roma sokaklarında dolaşırken esrimiş taş duvarların birbirine payanda olduğu yapılar, Her küçüklü büyüklü meydanda havuzlar, milat öncesi başlamış yapılanmanın bugüne kadar kâh koruyarak, kâh özellikleri benzetilerek resmin bozulmadığını görmek, Ankara ya da İstanbul’u bilenler için acı verici. Doğu Roma’nın bıraktığı 2500 yıllık taş duvarı ezerek beton tuğla karışımı 5 katlı bir ucube  anıt gibi yükselir birçok sokağında caddesinde kentlerimizin; yol kazısında çıkan “Tarihi Taş” bir iş makinesinin keskin dişli kepçesiyle kenara çekilir ülkemde. Beğenmediğimiz batıdaki memlekette ortalıkta dolaşmayan, sadece bazı sokak köşelerinde önündeki para kutusuyla sessizce oturan dilenciler bile özgün. Avrupa, dilenciye bile koşullar getirmiş; bazı ülkelerde boyunlarına asılı kimlik kartları var. Sokakları Suriyeliden geçilmeyen kentlerimizdeki görüntü Avrupa’da yok. Oysa burnumuzun dibindeki Yunan adalarında da gördük Suriyelileri; yüzlerce turistin dolaştığı sokaklarda yoklar. Kendilerine ayrılmış alanların dışına çıkamıyorlar. Nedenini sorduğumda polis; “Bu alandan çıkarlarsa geri dönerler” diyor. “Geri dönerler” kurallar katı, kurallar kimse tarafından çiğnenemiyor; kimse çıkarı için bu rezil göçü kullanamıyor. Paris, Atina veya Amsterdam için kurallar değişmiyor; yani birbirine benziyor. Aslında kurallar değil, sistemdeki anlayış benziyor birbirine. Yani sistem -kim gelse yönetici diye- kurcalanmıyor, ayarlarıyla oynanmıyor. Bizim sokaklarımızda da Arnavut Kaldırımı taşlar var oysa; bizim sokak lâmbalarımız da “Batılı” oysa. Bizim Medeni Kanunumuz çoğundan önce çağdaştı oysa. 1930’da “Fazla” veren bir bütçemiz vardı oysa… Neyimiz eksik ya da yanlış o zaman? Küçük, eli yüzü kir içinde, kocaman kara gözlü bir kız çocuğu arabanın camını tıkırdattı ışıkta beklerken. Tanrı vergisi sürmeli gözlü Ortadoğulu bir kız. Çaresiz ve yorgun bir küçük işçi gibi, avucunu açıp uzattı. Işık yanıp, arabaların hareketiyle de kendini havuzlu kaldırıma attı; bizim dilenen çocuklarla rekabette.                                                          Kim getirdi seni 1000 km uzaktan Ankara’ya, İzmir’e Çanakkale’ye küçük kız? Ne yer, ne içersin; okula gider misin, gece nerede uyursun?                                                            Kim verir ilacını, şekerini?                                                 Hiç oyuncağın oldu mu?

Çek Bir Referandum

Sokakta referandum, kahvede referandum, okulda referandum, gazetede, televizyonda, bakkalda, berberde, lokantada referandum. Televizyonda, radyoda haberlerin, tartışmaların odağında referandum var. Gazetelerin ilk sayfalarında referandum var. Hayatımız son birkaç aydır hep referandum üzerine kurulu. Her şeyi bilen uzmanlarımız akşamları saatlerce referandum konuşuyor; ‘evet’in, ‘hayır’ın ne kadar önemli olduğu üzerine tartışıyorlar. Gündemimiz her şeyiyle referandum yani. Bu referandum dedikleri nedir? Türkçesi; halk oylaması, oydaşma. Oydaşma; bir konu üzerinde karar birliği sağlamak demek. Referandum da aslında evet veya hayır üzerinde bir oydaşmadır. Yüzde kaç olursa bu bir oydaşma sayılır? %51 ile kabul edilen bir seçenek, çoğunluğun onayladığı anlamını taşır mı? Geriye kalan %49 istemiyorsa yani… %60 ve üzeri mi olmalı yoksa daha yüksek bir oran mı belirlenmeli; bunu tartışmayı uzmanlarımıza bırakalım.  Bazı siyaset bilimciler  –biraz bu gerekçeyle, biraz da halkın o konuda yeterli bilgiye erişip erişemediğinden emin olamayız diye-  referandumu kritik buluyor; daha doğrusu referandumu, konu tüm tartışmalardan ve yetkin ellerde oluşturulduktan sonra kullanmak gerekir diyorlar. Doğru tarafı da yok değil. Özellikle anayasa gibi karmaşık ve çok önemli bir başlıkta, halkın tamamının çok iyi bilgilendirilmesi, tarafların söylemlerinin tüm seçmene ulaştırılabilmesi şart. Bunu tartışmayı da uzmanlarımıza bırakalım; söylenecekler aynı olsa da, en iyi malzeme şimdi ‘referandum’ Referandum sözcüğünün köküne bakınca karşımıza yabancı diller çıkıyor; Bu sözcük Latince referre, relat- “geri götürmek, başvurmak” fiilinden +end ekiyle türetilmiş. Bazı kaynaklar doğrudan Fransızca réferéndum sözcüğünü gösteriyor. Zaten birçok Fransızca sözcüğü alıp, Türkçe söylenişe uyumlulaştırıp kullanmışız; televizyon, reflektör gibi. Türkçe karşılığı olsa da, öyle kullanmak havalı görünüyor. Referans sözcüğünün de aynı kökten geldiğini biliyoruz; tavsiye, kaynak göstermek gibi anlamları var dilimizde. Referandum, yani Halk Oylaması ile benzer anlamda kullanılan bir sözcük daha var; plebisit. Aslında referandumdan daha farklı bir anlamı var; belirli bir dönem iktidarı elinde bulunduranların, hazırladıkları bir anayasa taslağını blok olarak halkın önüne getirip, evet mi, hayır mı? Diye sormalarıdır. Bu, yönetene yeni yetkiler veren tek bir madde bile olabilir. Halk, hazırlık ve kararlar sürecinde yoktur; önüne konan ne ise, o anda kararını verir. Yani referandumda, konu olan her ne ise, halkın ve sivil toplum kuruluşlarının talebi ile şekillenir; plebisitte ise yöneten bir karar verir ve halkın önüne koyar. Genellikle, diğer siyasi aktörleri devre dışı bırakarak, yakaladığı rüzgârla halkın oyuna başvuru biçimi yani. Nazi Almanya’sında Adolf Hitler, iktidarını pekiştirmek için kullanmıştı örneğin. Plebs, eski Roma’da, ayrıcalıklı sınıf dışında kalan kalabalık halk sınıfına verilen isimdir. plebs meclislerinin aldığı karar anlamında olan Latince; plebiscitum kökünden gelir. 1789 Fransa devrimi sonrası da halkın iradesi olarak kabul görmüş. Halk meclisleri deyince sempatik geliyor ama yakın tarihte pek öyle kullanılmamış. Türkiye yakın tarihinde bir plebisit örneği var; Kurtuluş savaşından sonra, sınırlarımız dışında kalan Hatay için Cemiyet-i Akvam’ın (Bugünkü Birleşmiş Milletler) kontrolünde, 15 Nisan 1938’de plebisit başladı, ama devam edilemedi. Daha sonra 22 Temmuz-1 Ağustos tarihleri arasında yapılabildi, daha sonra 29 Haziran 1939’da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılacak olan Hatay Cumhuriyeti kuruldu.  Halk oylamaları için de 6 örnek var Cumhuriyet tarihinde; Milli Birlik Komitesi tarafından hazırlanan 1961 Anayasası 9 Temmuz 1961’de halk oylamasına sunuldu. 1961 Anayasası, yüzde 38,3 “hayır” oyuna karşılık, yüzde 61,7 “evet” oyuyla kabul edildi. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası askeri yönetimin belirlediği “Danışma Meclisi” tarafından hazırlanan anayasa, 7 Kasım 1982’de halkın oyuna sunuldu. Bu anayasa, yüzde 8,6 oranında ‘hayır’ oyuna karşılık, yüzde 91,4 oranında ‘evet’ oyu aldı. Rekor ‘evet’ yüzdesi vardı, şimdi adı; “Darbe Anayasası” ve kimse istemiyor. Gelelim 3. Halk oylamasına; 1982 Anayasası’nın geçici 4. maddesi ile getirilen siyasi yasakların kaldırılıp kaldırılmamasını oylamak için 6 Eylül 1987’deki halk oylamasında yüzde 50,2 ‘evet’e karşılık yüzde 49,8 ‘hayır’ sonucu çıktı. Böylece aralarında Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan’ın da olduğu eski siyasilerin, siyasi yasakları sona erdi. Siyasiler, yerel Seçimleri erkene alalım mı? Diye halka soralım dediler, 25 Eylül 1988’de         4. halk oylamasında sandığa gidenlerin yüzde 65’i ‘hayır’, yüzde 35’i ise ‘evet’ oyu kullandı. Yani halk “Erken yerel seçime hayır” dedi.          21 Ekim 2007’de yapılan 5. halk oylamasında seçmenlerin tercihi yüzde 68,9 ‘evet’, yüzde 31,1 ‘hayır’ oldu. Bu oylamanın sorusu; “Cumhurbaşkanını halk seçsin mi? İdi. Ve yapıldığı tarih açısından ironik bir halk oylaması var; 12 Eylül 2010’da seçmen anayasada 26 maddelik değişiklik paketi için sandığa gitti. Oy kullanan seçmenlerin 57,9’u ‘evet’ ve yüzde 42,1’i ise ‘hayır’ oyu verdi. Böylece, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yeniden yapılandırılması, memura toplu sözleşme hakkı, askere sivil mahkeme yolunun açılması, kişisel verilerin korunması ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarının yargıya açılmasının da aralarında olduğu değişiklikler onaylandı. Seviyoruz heyecanı…